Daha Dün Sayılır 1944 Senesi

  • Sürgünü bizzat küçükken yaşayan ve 20 Ekim 2004 tarihinde, Ramazan ayında, İstanbul'da vefat eden rahmetli babam Matematik Öğretmeni Temlalalı Murtaza İzzetoğlu, hayat öyküsünü 1997’de İstanbul’da kitaplaştırdı.

     

    İşte bu kitaptan ibretlik olaylar:

     

    “Daha dün sayılır 1944 senesi, öyle değil mi?...

    O yılda doğanlar şimdi hep aramızdadır.

    Öyleyse fazla uzak değildir 1944 yılı… 

    - Eyvah! Bunlar Rus askerleri ! Köyümüzü bastılar. 

    Çoluk çocuk korkuyla annelerinin eteklerine saklanmaya çalışırken, evin büyükleri de çaresizlik içindeydi. II. Dünya Savaşı ki Rusya’nın en sıkıntılı günleri. Ne kadar eli silah tutan genç varsa asker. Eli silah tutan kimse yok köyde, silahsız halk bir bölük askere ne yapabilir ki ?

     

    Askerler bağırıyordu: 

    - Herkes dışarı ! Komutanın emridir, herkes dışarı çıksın. Yarım saat içinde köy meydanında olun !..

    Herkes merak içinde, kiminin yaşlısı, kiminin hastası, kiminin de gencecik körpe kızları var. Rus askerine güven olur mu? Asacaklar mı bizi, kesecekler mi? Niçin Ruslar savaşın içindeyken bu köylülerle uğraşmak zorunda hissediyordu kendilerini ? Sebebi gayet basit efendim. Korkuların var çünkü:

     

    ‘‘Türkiye’de kalan köylülerle, bu Ahıskalı köylüler fırsattan istifade edip birleşir de bize hücum ederse...

     

    O halde Rus topraklarında kalan Türk köyleri darmadağın edilmeli.’’ 

    Ama köy halkı Rusların bu fikirlerini nereden bilecek ? Askerler kendilerine direnen genç kızlara, parmağı daha kınalı geline keyif içinde ileri geri konuşmaktan zevk almaktadırlar. Yaşlılar itile kakıla sürüklenmektedir köy meydanına. Ortalık ana baba gününe dönmüş, ağlayan ve feryat edenin haddi hesabı yok. Sahte tebessümler saçan bölük komutanının, “Ey ahali. Sizleri buraya toplamamızın sebebi, asla size kötülük yapmak değildir. Asla korkmayın” demesi tir tir titreyen köy halkının gönlüne nasıl su serper ki ? Ara sıra birkaç kadın hıçkırığından başka kimseden çıt çıkmıyor. Komutanın tek eli tabancasının kabzası üzerinde bir müddet süzüyor köylüyü...

     

    Ve konuşuyor: 

    - Size hükümet tarafından verilen bir emri yerine getirmek için geldik. Derhal boşaltacaksınız köyü ! Çünkü sizlerin hayatını tehlikede görüyor hükümet. Sizi tehlikeden kurtarmak için yapıyoruz bunu. 

    Bir ses yükseliyor kalabalığın arasından: 

    - Ne tehlikesi bu? 

    Cevap çok enteresandır ve köylüyle alay eder gibidir: 

    - İstihbaratlara göre Türklerin buraya saldırma ihtimali vardır. Eğer saldırırlarsa sizi öldürebilirler. 

    Aynı ses tekrar soruyor: 

    Peki ya Ermeni ve Gürcü köyleri..

    Onları niçin köylerinden almıyorsunuz ?

    Türkler, Hıristiyan Ermeni ve Gürcülere değil de, Müslüman Türk köylerine mi saldıracak ? 

    Bu ukalaca (!) soru komutanın canını sıkmış ve sahte kibarlığını bozarak: 

    - Biz sizi onlardan daha çok sevdiğimiz için önce size geldik. Biliyorsunuz asker çok konuşanı sevmez ! Ne denildiyse onu yapmak zorundasınız. Bugün akşama kadar Özbekistan’a hareket edeceksiniz. 

    Artık emir çıkmıştır, boşaltılacaktır bu köy. Direnenlerin akıbeti herkesçe biliniyor, bir kurşunluk canı vardı hepsinin.

     

    Bir an için kendinizi o köylülerin yerine koyar mısınız ?

     

    418 seneden beri emek verip, kendinize vatan edindiğiniz bu köyden, evinizden, bağınızdan, bahçenizden alınacak bilmediğiniz bir istikamete doğru götürüleceksiniz. Onca köylüyü maden ocaklarında kömür çıkartmak için kullanılan kömür vagonlarına doldurdular balık istifi gibi. Meçhule giden yolculuk başlamıştır. Tam 1.5 ay süren yolculukla, vagon içinde yastıksız, yorgansız tangır tungur götürüldüler hepsini.  Her ihtiyaç vagon içinde giderilmek zorundaydı. İlk mola 70 saat sonra verildi. Hayvanlara bile reva görülmeyecek bir durumdu. 

    Sonunda vardılar… 

    Neticede Özbekistan’a varıldığında planın ikinci kısmı başlamıştır. Bu köyün insanları en fazla 5 aileyi geçmemek üzere gruplara ayrıldı. Her beş aile grubu bir köye yerleştirildi. Birbirlerinden tamamen uzaklaştırıldılar. Hiç olmazsa köyler arası da olsa birbirlerine gidip gelerek teselli bulmaya çalışsalar.

     

    Ama ne mümkün...

     

    Tam 12 sene köyden dışarı çıkmak yasaktır, bu beşer kişilik ailelere.

    Her Özbek köyünde Ahıska Türkü’nden 5 aile vardı. Köy içinde çocuklar büyümüş, gençler ihtiyarlamış, aile büyüklerinden çoğu zulme dayanamayıp terk-i dünya etmişlerdi...

Köşe Yazısı

Ahıska ve Ahıska Türkleri ile ilgili siz de makale yazın, yayınlayalım.
Yeni Makale Yaz