Dergimizin önceki sayısında pek neşeli olmayan bir konuyu kaleme almıştık. Dünya tatlısı Sefer dedemizi anlatmıştık, kendisiyle vedalaşmıştık...
Bu hüzünlü konuyu maalesef devam ettirmek zorundayım. Zira ihtiyarlarımız, birer birer aramızdan ayrılmaktadırlar ve onlara son saygımızı bildirmek için böyle veda etmeyi vazife olarak görüyorum.
Yıl 2005, yüksek lisans öğrencisiyim. Derleme yapmak için uzak yakın köyleri, şehirleri dola-şıyorum. Benim böyle bir tez hazırladığımı duyan tanıdıklar, falanca köyde bir ihtiyar var, filanca köyde bir ihtiyar var, diyerek beni yönlendirmeye çalışıyorlardı. Bütün yaz bununla meşguldüm. Neredeyse etraftaki 100 km'ye yakın dolaşmadığım yer kalmamıştı. Ama en değerli mücevheri en sona saklamıştım. Benimle aynı köyde yaşayan büyük Nida dedemizle soğuk ve karlı bir ekim akşamı buluşmuştum. (Daha önce kendisinden Ahıska Türklerin masallarını derlemiştim. Dergimizin 3. Sayısında bu masallardan birini sunmuştum).
Nida dede, dedemin amcasıydı. O zaman 90 yaşlarındaydı! Fotoğrafta da gördüğünüz gibi çok mökkem/muhkem (kuvvetli) birisiydi. Yaşına rağmen ev işleriyle, beslediği inek, at ve koyunlarıyla bizzat kendisi ilgilenirdi.
Ah! Kimi, nerede, ne zaman kaybedeceğimizi bilebilseydik. Soğuk ve karlı bir ekim akşamı halamla beraber Nida dedelerin kapısını çaldık. Sanki dün gibiydi... Lapa lapa kar yağıyordu. Evine varana kadar kardan adama benzemiştik. Bizi gören köpekler havlamaya başladı. Nida dedenin gelini, kapıyı açıp bizi hemen içeriye almıştı. Şimdi sizden bir ricam olacak, okuyacağınızı aklınızda canlandırmaya çalışın, lütfen. Dışarıda rüzgârlı, dondurucu soğuk ve kar; içeride şu manzara: Geniş mutfak, neredeyse yarısına kadar yapılmış minderli-yastıklı bir seki, hemen yanında kocaman ocak, içindeki yanan odunların çatırtısı. Sekinin ortasında oturan iki tatlı ihtiyar, Yıldız nineyle Nida dede. Bunları yazarken tebessüm ediyorum, sanki geçmişe gitmiş gibiyim. Nida dede, dizlerinde kocaman bir sini, elinde büyük bıçakla pişmiş etleri dilimlemekle meşgul. Yıldız nine, 'Nidacim abuni niye ela kesdin, ben sene dedim ki ebele kesme, gene ela kesdin.' Nida dede, 'Qari sen de bir qarar ver, bir ela kes diyersin bir bela!' Burada benim gülmemle kendilerinin yalnız olmadıklarını fark ettiler. Nida dede, 'Qızımcan nihayet bene de geldin he!' diyerek ayağa kalktı, sarılıp öptü.
Geçip aralarına oturdum. İki tane güzel insan, iki tane zor, çetin, acılarla dolu kaderlerin arasındaydım. Ve kendimi o kadar güvende hissediyordum ki. Hayatlarında onca zulüm ve zorluklarla karşılaşmışlar, ama gene de hep neşeli ve mutlu kalmışlar. Hatıralarımda hep öyle kalacaklar. Omuz omuza 65 senelik kocaman bir hayatı paylaşmışlar; altı çocuk büyütmüşler; 21 torun ve 34 torun çocukları var.
İşte Nida dedenin anlattıklarından: "Ben gendim 1941'inci yılı evlendim. Aitmiş yıl fazla oldi qarıynen barabar durıyerux, barabar yaşiyerux, bir evdeyux. Benim üç oğlum var üç qızım var. Onnardan oğluşax töredi. Aşındi benim yigirmi bir torunum var. Heppisi evlenmiş, oğluşax sahabidür. Yaşıyerux yavaş yavaş, Allah'a şükür.
"Sofra kuruldu, etrafına bütün aile toplanmıştı. Herkes nefes nefese bizi dinliyordu. Dinlerken beraberce hem güldük hem de ağladık. Her defasında kendime söz veriyordum duygulanmayacağım diye ama bunu başarmak mümkün değildi. Nida dedeciğim hem anlatıyor hem benim gözyaşlarımı siliyordu. Hep derdi ki, "Qızımcan ne edax kaderimizde varimiş gurbet yoluna düşmek..."
Kendisini şöyle anlatıyordu; "Benim adım Nida'dur. Familiyam (soyad) Asratov. Babam varidi adi Ridvan idi. Qardaşım varidi adi Qara'dur. Gürcistan respublikasında (cumhuriyet) durıyerdux qızım. Gorodumuz (şehir) Tiflis idi. Bizim merkez gorodumuz Axısxa'ydi. Rayonumuz Aspinza, kövümizin adi Zürzelliydi. Biz onda yaşıyerdux. Ben buraya gelende yigirmi dört yaşındaydım. "İşte 1944'ünci yıli, noyabırın (kasım) on dördünde, sabax erden geldiler, qapiyi dögdiler."
O günden bu yana vatansız, bayraksız, topraksız, acılarla dolu hayat bekliyordu kendisini. Hepsini aşmıştı Nida dedeciğim, hayatın bütün imtihanlarını geçmişti. Sürgün, sürgün sonrası Orta Asya çöllerinde hayat mücadeleleriyle yıkılmadı. "Geldux Qazaxstan'a. Burada da hökmet böldi bizi kolxoz kolxoz. Maşına yox. Geldi arabalar, bizi yüklediler. Qaç kolxoza qaç vagon düşiyerdi, bölüşdürdiler bizi. Getürdiler camaatı kolxozlara. Kolxoz sahaplux etdi, ev verdi, qapide egletmedi. Biz buraya gelende, Qazaxstan'a, buraya gelduğumuzda evler hep iki göz idi. Krışa (çatı) yoğidi. Bir gözde yatıyerdiler, bir gözde de peç (ocak) quruli. Pencereye truba (soba borusu) çıxiyer. Saman yaxiyerdiler, kura (kurumuş ot çöpleri) yaxiyerdiler. Odun da yox. Saha- bini oraya çıxartdi, bizi bu eve oturtturdi. Ele qış- dan çıxtux."
Bunlar azmış gibi Ahıskalılar, bir de on iki yıl boyunca sıkıyönetim rejimine alınmışlardı. Özel izin olmadan yerleştirildikleri köyden adım atamazlardı. "Kimin ki izni yox, tutıyerdiler qapadiyerdiler oni sutkaya (1 gün). Ele günler yaşa- dux. On iki yıl komendantın (komutan) emrinde oldux. Soraki İstalin öldi, komendant da öldi, hepimiz gerişe çıxdux (serbest kaldık). Başladux gendi başımıza yaşamaya."
Başladılar kendi başlarına yaşamaya, kendi başlarına gurbette ayağa kalkmaya... Gece gündüz kolhozda çalışmaya... Ve ayakta kaldılar. Ahıska Türklerini, soğuk bir karlı kasım gecesinde sürgüne değil ölüme yollayan Stalin'in planlarının gerçekleştirilmesine izin vermediler. Hep beraber direndiler ve hayatta kalmayı başardılar.
"Ben burada işledim demürcide, qızım. Yigirmi beş yıl demürci oldum. Yigirmi beş yılın içinde on beşi kolxozun idi, on yıl sovhozun idi. Sora elli yaşımda pensiyaya çıxdım (emekli oldum). Aşındi ben seksen beş yaşındayım. Otuz beş yıldır pensiya (emeklilik maaşı) aliyerim. Daha da işe getmedim. Gendi başıma işledim. Usdaluğa çıxdım, evler yapiyerdim, halğın işini göriyerdim."
Bu zorlukların arasında kendi dilini, dinini, örf ve âdetlerini yitirmediler, korudular. Bakın Nida dede bu konuda neler söylüyor: "Biz burada her dilde qonuşiyerux kızımcan. Gelende bilmiyerdux, ama sora Qazaxça da söyliyerdux, gendi dilimizi de söyliyerdux, urusça da ögrendux. Qazaxstan'da her millet var. Heppisini ögrendux. Bizim millet bizim dili yitürmedi, yitürmedux. Qazaxçayi da temüz ögrendux. Aşındi hep çocuhlar Urusça da söyliyer, Qazaxça da..." Soğuk bir akşamın sımsıcak sohbeti sona eriyordu. İhtiyarlarımızı daha fazla yormadan müsaade istemiştim. Dualarını hiç eksik etmemişlerdi Nida dedemle Yıldız ninem. Ama bana söylenen son sözleri hiç aklımdan çıkmıyor. Kaç kere duymuştum bunları dedelerimizden: "Aşındi de işdiyerux ki Allah bize nesip ede de Türkiye'ye gedax." Son istekleri hep aynıydı, hep bu cümle ile bitirirlerdi anlattıklarını. Allah yazmadı, Sefer dede gibi Nida dedenin ve Yıldız ninenin de mezarı yurdunda kazınmadı, gurbette kaldı. Sonuna kadar ettiği hayaller gerçekleşmedi.
Kaynak: www.ahiska.org.tr
Yorumlar