Fırat Sunel ile Röportaj

  • “Salkım Söğütlerinin Gölgesinde” isimli roman ile Ahıska, Türk edebiyatına adım atmış olmanın sevincini yaşıyor bu günlerde. Ahıskalı olmayan Türk bir yazarın uzun yıllar süren çalışmaları sonucunda ortaya çıkan eser ile Ahıska nihayet yıllardır beklediği ilgiye kavuşmuş oldu. Kitabın yazarı Fırat Sunel eserin doğumundan bugüne kadar yaşanan süreci Ahıskalı okuyucuları ile paylaştı. Fahri Ahıskalı Türk olan Fırat Sunel’e misafir perverliği ve Ahıska usulü sıcakkanlılığı ile bana bu ilk röportajımda ilham kaynağı olduğu için teşekkürlerimi sunuyorum.

    Sabina DURSUN: Ahıskalı yazarlar dışında edebiyat çevresi tarafından ilgi görmeye alışkın olmayan Ahıska Türkleri, Fırat Sunel’in kim olduğunu merak etmektedirler. Fırat Sunel bize kendini tanıtabilir mi?

    Fırat SUNEL: Ben 1966 yılında Ödemişte doğdum. Ailem Batı Trakya göçmeni olduğu için göç konusu ile yakından ilgilendim. Çünkü iki şekilde göç yaşadık, birincisi Batı Trakya’dan Türkiye’ye göç yaşadık, 1971de de ikinci defa Türkiye’den Almanya’ya göç yaşadık. Ben İzmir’de öğrenim hayatımı tamamladım, daha sonra İstanbul üniversitesi Hukuk fakültesini bitirdim ve Almanya’da mastır yaptım. Dış işleri bakanlığına girmek benim çok eski idealimdi ve dış işleri bakanlığına girdim. Devletin çeşitli kademelerinde görev yaptım.

    Herkes soruyor Ahıska Türkü müsünüz diye, hayır Ahıska Türkü değilim. Ama Ahıska Türkü olmadığı halde, herhalde Ahıska Türkleri ile ilgili roman yazan ilk kişiyim diyebilirim. Ahıskalı değilim ama 28 Mayıs’ta DATÜB kongresinde beni fahri Ahıska hemşerisi yaptılar. Ben kendimi Ahıska’nın fahri hemşerisi olarak kabul ediyorum, Ahıskalılar’da beni o şekilde görüyorlar.

    Sabina DURSUN: Roman yazan ilk Türk diplomat olarak anılıyorsunuz. Roman yazmaya nasıl karar verdiniz ve yazdığınız romanın konusu nasıl şekillendi?

    Fırat SUNEL: Ben okumayı ve yazmayı çok küçük yaşlardan beri çok seviyorum. Daha ilkokul çağlarımdan bu yana günlük tuttum. Küçük hikâye denemelerim oldu. Hikâye yazarının en büyük hayali (en azından benim için öyle idi) bir roman yazmaktır. Fakat roman yazmakta belli bir zaman gerektiriyor, bir meyve gibi. Hani meyve olgunlaştığı zaman kendiliğinden yere düşer ya, işte ben de bir türlü cesaret edemiyordum roman yazmaya, daha o meyve olgunlaşmadığı için. Tiflis’te 4 yıl müsteşarlık yaptım. Kafkasya masal gibi bir yer; renkli, insana ilham veren bir yer. Orda da Ahıska Türkleri ile tanıştım. Ahıska Türklerinin ikinci dünya savaşında yaşadıkları acıları birebir görme imkânına sahip oldum, onlarla birlikte bölgeye gittim, onlarla konuştum. O beni çok etkiledi. “Ahıskali” diye bir hikâye yazdım. Hikâye güzel yorumlar alınca roman yazmaya karar verdim. 4.5yıllık bir çalışma sonucunda roman Türkiye’de tamamlandı ve yayınlandı. O meyvenin olgunlaşıp ağaçtan yere düşme zamanı demek ki benim Gürcistan’da ki zamanıma rastlıyormuş. Ahıska Türkleri bana bu ilk romanımda ilham kaynağı olmuş oldu.

    Sabina DURSUN: Fırat Sunel Ahıska ile nasıl tanıştı?

    Fırat SUNEL: Ben Kafkasya’ya gidinceye kadar Ahıska hakkında ki bilgilerim çok sınırlıydı. Ama Tiflis’te ki görevim sırasında Ahıska Türkleri ile tanışmak durumunda kaldım. Onları yakından tanıyınca çok sevdim, çok düzgün insanlar her açıdan. Onların yaşadıkları yerlere gittim, baktım ve ben Ahıska Türklerinin çoğunun görmediği yerleri gördüm. Terk edilmiş yerleri teker teker dolaştım, bazılarını yürüyerek, bazılarını atla gezdim, bazılarını araba ile. Çok kaynak, çok kitap okudum. O yüzden ben Ahıska Türklerini Gürcistan’a gidince tanıdım, daha önce bu konu ile ilgili roman yazmak aklımda yoktu.

    Sabina DURSUN: Roman yazan ilk Türk diplomatın roman konusu olarak Ahıska’yı ve insanlarını seçmiş olması bizim için gurur verici bir durum. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

    Fırat SUNEL: Ben çok mutlu oluyorum böyle anılmaktan. Zaten roman yazan ilk Türk diplomat olmak benim için bir gurur kaynağı. Roman çıktıktan sonra ben açıkçası öncelikle Ahıska Türklerinden yeterli ilgi gelmediğini düşünerek hayal kırıklığına uğradım epey bir süre. İlk baskı boyunca, ikinci baskıya kadar Ahıska Türkleri duymadılar bile, ilgi de göstermediler. Onlar hakkında roman yazılmış olması umurlarında değilmiş gibi geldi. İkinci baskı ile birlikte Ahıska Türklerinden özellikle gençler ve entelektüel kesim kitabı keşfetti. Şimdi ise hakikaten epey bir ilgi var. Özellikle DATÜB kongresinde kitap çok büyük ilgi gördü. Kongreye ben Salkım Söğütlerinin Gölgesinde isimli romanın yazarı, onur konuğu olarak katıldım. Ve orada hakikaten çok duygulandım, çok büyük bir ilgi gösterildi. Ahıska Türkleri bu şekilde kendi kitaplarına sahiplendikleri imajını verdiler. Sizin de buraya gelmeniz, bu kadar yoldan, zaten bunun bir göstergesi.

    Sabina DURSUN: Salkım Söğütlerinin Gölgesinde size neler çağrıştırıyor?

    Fırat SUNEL: Salkım Söğütlerinin Gölgesinde her şeyden önce hümanist bir roman. İnsanlar arası ilişkilere, bağlara önem veren bir roman. Kitap tipik bir sürgün romanı değil. Sürgün romanları genellikle sürgün ile başlar sürgün ile biter. Yani sürgün edilenlerin perspektifinden, penceresinden bakar olaylara. Hâlbuki sürgün edilenler, asıl acıyı onlar çekerler ama tek boyutu o değildir. Sürgün edilenleri daha iyi anlayabilmek için onların sürgün edilmeden önceki hayatlarını bilmeniz gerekir. Nelerden koparılmıştır bu insanlar? Orsep köyünden bahsedip, Orsep’e gitmeden, Ahıska ya gitmeden Ahıska ile ilgili roman yazamazsınız. Dolayısı ile ben oraları sokak sokak, karış karış gezdim. Gezerken pek çok insanla karşılaştım. İnsanlar garip karşıladılar ilk başta, bir adam işi gücü kalmamış dağ başlarında dolaşıyor diye. Bu kişilerle önce Rusça konuştum. Benim Ahıska Türkleri İle ilgili kitap yazdığımı anlayınca bu insanlar benimle Türkçe konuşmaya başladılar. Çünkü bunlar sürülen Ahıska Türklerinin Gürcü komşuları idi. Gözleri doldu, ağladılar. Ben gördüm ki Stalin’in bu kararı insanları, dostlukları karartmış. Tipik bir Osmanlı mirası olan bu bölgede sürgün ile birlikte dostluklar da kesildi.

    Sabina DURSUN: Eserin dikkat çekici yanlarından birisi şüphesiz ki ismidir. Romanın “Salkım Söğütlerinin Gölgesinde” ismini almasının nedeni nedir?

    Fırat SUNEL: Ağaç kök salmak demektir, bir yere yerleşmek demektir. Salkım söğütlerinin gölgesinde oynayan Nika var Gürcü, Ömer var Türk ve bunlar iki yakın arkadaş. Bunlar okul dışındaki zamanlarını Salkım söğütlerinin gölgesinde koyun otlatarak ve beraber oynayarak geçiriyorlar, dostluklarını orda yaşıyorlar. Zaman geliyor Ömer’in babası Ahmet ağa, Nika’nın babası Şota sohbet ederlerken, onlarında çocuklarının aynı yerde geçtiğini görüyoruz. Salkım söğütlerinin gölgesinde bir coğrafyada kuşaklar boyunca devam eden kökleşmiş dostluğu simgeliyor. Sürgün ile bunlar kesiliyor.

    Sabina DURSUN: Ahıska’dan sürgün edilmemiş veya sürgünü yaşamış bir ailede büyümeyen biri olarak sürgünü kaleme aldınız. Kitabı yazarken sizi en çok etkileyen noktalar ne oldu?

    Fırat SUNEL: Sürgün kısmı oldu tabi ki. Sürgün kısmında da beni en çok etkileyen, hatta yazarken gözyaşlarımı tutamadığım ise; sürgünün olduğu gün yetimhaneden sekiz tane küçük çocuk indiriliyor. Bu çocukları sabahleyin arkadaşlarından ayırıyorlar. Annesi babası olmayan, suçsuz sekiz tane çocuk. Ellerinde birer bohçaları var, çünkü ellerinde zaten başka hiçbir şeyleri yok. Onlar el ele tutuşarak ölüme gönderiliyorlar. Arkadaşları arkalarından bakıyor. O sahne beni çok etkilemişti.

    Bunun dışında Ahmet ağanın ölüm sahnesi beni çok etkiledi. Ahmet Ağanın mezarı olmadığı için Ömer ceketini gömüyor mezara. O sahnenin de bende ayrı bir yeri var çünkü o dönemlerde bende babamı kaybetmiştim. O psikoloji ile bende o sahneleri daha duygusal yazdım.

    Kitabın hikâyesinde çok etkilendiğim kişi ise, Kazakistan’dan rahmetli Veli Ahmedov’dur. Benim kitabımın ana ilham kaynaklarından birisidir Veli Ahmedov. İlk Ahıska turlarımı ben, bu 80lik adam ile yaptım. İlk Ahıska hikâyelerini ondan dinledim ve çok etkilendim. Kendisi ile Ahıska’da bir taksi tuttuk ve köy köy dolaştık. Nerde ne olduğunu ilk defa bana o anlattı. Bende önemli bir yeri vardır o nedenle. DATÜB kongresinde, onun ailesine verilmek üzere kitabımı imzaladım ve verdim. Kendisi ne yazık ki kitabın basıldığını göremedi.

    Sabina DURSUN: Ahıska Türklerini yakından tanıyan birisiniz. Ahıskalılar nasıl insanlar size göre?

    Fırat SUNEL: Ahıska Türkleri hakikaten çok çalışkan insanlar. İkincisi mert insanlar, mertlikleri ile dikkatimi çekiyorlar. Sempatik, dost canlısı insanlar. Soğuk durmuyorlar. Türkiye’nin diğer bölgelerinde yaşayan insanlarla kıyasladığınızda duygusallıkları var, bu da belki de yaşadıklarından ileri geliyor. Güçlü ve hakikaten her zorluğu aşabilecek güçte insanlar. Ancak Türklerin genel karakterine uygun olarak birlik olma konusunda çok zayıflar. Bu da Türk halkının ortak özelliğidir. Ahıska Türkleri 1944 ve daha sonra 1989 da yaşadıkları travmaları atlatabilmiş değiller. Atlatamamaları da çok normal çünkü Stalin zamanında sürgün edilen halklar arasında ata topraklarına dönememiş tek halk Ahıska Türkleridir.

    Ben Ahıska Türklerinde gençlerde ki şu olayı çok seviyorum: atalarından dedelerinden aldıkları kültürel mirası yaşatıyorlar. Eğitimli bir genç nüfus var. Yeni Ahıska nesli geleceğe güvenle bakan, ayakları yere sağlam basan, her açıdan hoş ve geleceğin bir teminatı olan gençlik. Kültürel kimliklerinden bir şey koparılmamış. Mesela sizde yaşlıya saygı çok önemlidir, Türkiye’nin birçok yerine göre daha önemlidir. Ben sizde bu geleneğin aynen devam ettiğini görüyorum, en modern gençlerde dahi yaşlıya saygı kavramı çok önemli. O nedenle ben hem zamana ayak uyduran hem de gelenek, görenek ve kültürel değerlerini muhafaza eden bir topluluk görüyorum şimdiki Ahıska Türkleri Topluluğuna baktığımda.

    Sabina DURSUN: “Salkım Söğütlerinin Gölgesinde” kısa sürede ikinci baskıya gitti ve birçok yayın kuruluşunda eser hakkında yazılar yayınlandı. Romanınızın aldığı eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Fırat SUNEL: Kitabın aldığı eleştirilerden memnunum. Ben tam anlamı ile olumsuz bir eleştiri almadığımı dahi söyleyebilirim. Çok farklı kaynaklardan hep olumlu tepkiler geldi. Şimdiye kadar kayda değer olumsuz bir yorum almadım, bu da beni daha çok teşvik ediyor. Zaten kitabın iki ay içerisinde ikinci baskıya gitmesi bunu gösteriyor. Kitap tutuldu. Ahıska Türklerinden ise eleştiri daha yeni almaya başladık. Hepsi çok güzel, duygusal eleştiriler yapıyorlar. Böyle bir konuyu Ahıskalı olmadığım halde işlediğim için memnunlar. Tabi orda ki hikâye doğrudan kendi hikâyelerini anlattığı için okuyan çok etkileniyor. Hiçbir Ahıska Türkünden şimdiye kadar olumsuz bir yorum almadım.

    Sabina DURSUN: Ahıska’dan sürgün, Ahıska Türklerinin hikâyesinin aslında sadece başlangıç noktasıdır. Sürgün sonrasında yaşananları da kaleme almayı ve yeni bir eser ile karşımıza çıkmayı düşünüyor musunuz?

    Fırat SUNEL: Kitabın tutmasına, ne kadar popüler olmasına bağlı bu. Kitabın ikincisinin çıkıp çıkmayacağı, birincisinin başarısına bağlıdır. Birçok yazarın başına geldiği gibi benim kitabımda yıllar sonra daha çok gündeme gelebilir. Daha fazla ilgi görürse, o zaman benim kitapta ki 65 yıllık kayıp süreci yazmamam için bir neden yok tabi. O zaman 3. Romanım olur, çünkü ikinciyi yazıyorum ve konusu Ahıska’dan farklı.

    Sabina DURSUN: Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

    Fırat SUNEL: Ahıska Türklerinin beni gördüğü gibi bende kendimi fahri Ahıska hemşerisi olarak görüyorum. Türkiye kadar biliyorum Ahıska’yı. O kadar benimsedim ki oraları gezerken, benim vatanım gibi Ahıska. Gösterdiğiniz ilgi ve buralara kadar geldiğiniz için teşekkür ediyorum.

    Sabina DURSUN

Yorumlar

0 yorum

Köşe Yazısı

Ahıska ve Ahıska Türkleri ile ilgili siz de makale yazın, yayınlayalım.
Yeni Makale Yaz