3 Temmuz 1853 tarihinde Kırım Savaşı başladı.
Rumeli ve Kafkas cephelerinde cereyan eden bu savaşta Ahıska yeni mücadelelere sahne oldu. Ahıska’da 1828 felâketini görmüş olan Ahıskalı Aziz Ağa, bu savaşta savaşırken şehit oldu. Ruslar, Aziz Ağanın başını keserek duvara astılar ve vücudunun derisini yüzdüler.19 Şehir, Türk ve Rus kuvvetleri arasında el değiştirdiyse de sonunda Ruslar galip geldi. Şehri ele geçiren Ruslar, “Türklerin gelişine sevinip yardımda bulundunuz!” diyerek halkı katliâm ederek mallarını yağmaladılar. Ruslar, aynı sebeple, aynı vahşeti 1915 yılında Ardahan’da da gerçekleştireceklerdi.20 Bu büyük katliam, tarihe “Ardahan Kırgını” olarak geçmiştir.
Ahıska ve çevresinin Çarlık Rusya’sı elinde geçen doksan yıllık hayatı, zulümlerle doludur. Halkın bir kısmı Türkiye’ye göç etmiştir. Esasen Rus yönetimi, bir taraftan baskı yaparken diğer taraftan da halkı göçe teşvik etmekteydi. Dinî kılıklı manzumeler yazdırarak cami önlerinde halka dağıtılıyordu. “Ne durursun hicret eyle” nakaratlı bu manzumelerde özetle şöyle denilmekteydi: Buralar kâfir eline geçti, artık buralarda duramayız, biz de kâfir oluruz, ileride torunlarımız bizi lânetle anarlar, mutlaka göç etmeliyiz. Bazı aydın kişiler ise bu esaretin bir gün sona ereceğine inanmaktaydılar.21
Rus işgalini gören ihtiyarların hikâyelerinden anlaşılıyor ki, Rus idaresi yıllarında Türk ahali adeta uyuşturulmuştur. Halkın eğitim hizmetlerine önem verilmiyor; köy mollalarının, sadece yüzünden Kur’an okumayı öğretmelerine müsaade ediliyordu. Kitap, gazete gibi iletişim araçlarından habersiz kalan halk, dünyada olup bitenleri, Sibirya’ya sürgüne gidip gelenlerden öğreniyordu.
Çar hükûmeti, Müslüman halkı askere almıyor, onun yerine 40 manat para alıyordu. Silâh tutmasını ve askerlik mesleğini bilmeyen halk, sonraki yıllarda vuku bulan savaşlarda, bunun acısını çok çekmiştir. Çar idaresi, halktan az vergi alır, askere götürmez ve iyi davranır görünmüş; diğer yandan dinî ve etnik farklılıkları daima diri tutarak, bölge halkını birbirine düşman etmiştir. Günümüze kadar sürüp giden Türk-Ermeni, hatta Gürcü ve diğer kavimlerin sürtüşmelerine bakılırsa, Rusların iki yüz yıldan beri yürüttükleri faaliyet daha iyi anlaşılır.
19 Salih Hayri, Hayr-Âbâd adlı eserinde bu vahşeti manzum olarak şöyle hikâye etmektedir:
Zaten Ahıskalı bir pîr-i Aziz Çeküp ihlâs ile tîğ-i ser-tîz Arşa astı kılıç ol merd-i said Ba’d-ezin kendisi oldukda şehid Cesed-i pâkin edüp sad-pâre Astılar re’sini bir divare Barbar olduğuna Rus’un acaba Şek mi eder Avrupalılar hâlâ!
20 M. Fahrettin Kırzıoğlu, 1855 Kars Zaferi…, ss. 63-70.
21 Bu esaret yıllarında (1904), millî duyguları uyanık halk şâiri Posoflu Zülâlî kurtuluş umudunu şöyle dile getiriyordu:
Biz, bu zulmetler içinden çıkarız bir gün olur; Şarka, garba yıldırımlar çakarız bir gün olur!
Türk doğarız, Türk gezeriz, Türk yaşarız dünyada, Devrilen Moskof elinden çıkarız bir gün olur.
Der Zülâlî, Volga, Tuna, Ceyhun, Araslar gibi, Tuğyan eder, deryalara akarız bir gün olur.
Yunus Zeyrek, Posoflu Zülâlî (Ankara: 2004), s. 165.